"Atölyeye roman yazma hedefiyle başlıyoruz: Roman yazma bir başlangıç değil, sonucun ta kendisi. İnsanlar kaç yaşında olurlarsa olsunlar kendilerini ifade etme özgürlüklerine kavuşturulmalıdır."
Daha önce katıldığım, oldukça popüler bir yazarlık atölyesinde kurgu konusunda zorlanabileceğimi söylemişlerdi bana. Buna çok üzülmüştüm, çünkü oraya eğitim almak üzere gitmiştim ama “zor” deyip bırakıyorlardı. Kurgu nedir, ne değildir, nasıl yapılır, bunların öğretilmesini beklememe rağmen bir umutla çaldığım o kapıdan koca bir hayal kırıklığı yaşayarak çıktım ama pes etmedim. İçimdeki yazma isteğini ve öğrenme aşkını bu şekilde köreltmemeliydim. Benim için hiç bir anlam ifade etmeyen bir de sertifika verdiler.
Yeniden yazarlık atölyesi arayışına başladığımda Sanatla Yaşam Derneği’nin bir tanıtımını gördüm. Çalışmalara başladıktan kısa bir süre sonra doğru adresi bulduğumdan emin hale geldim. İçeriye ilk adımımı attığım andan itibaren, sıcak ve içten gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmayan sevgili hocam Can Akkiriş’le tanıştım ve kendimi edebiyatın büyülü dünyası içerisinde buldum. Şimdi ilk kitabımızı bitirdiğimiz şu günlerde, atölyede ulaştığım noktaya kendim bile şaşırıyorum. Yazmak benim için daha da tutkuya dönüştü. Yazma sanatını öğrenmek isteyenler, böyle ticari kaygı yaşamayan kurslara gitmeli. Çünkü edebiyat öyle bir şey ki, paranın egemen olduğu yerde, yazılan her şey anlamsız ve amaçsız oluyor.
Bu atölyede edindiğim deneyimi sizlerle paylaşabilmek için Can Akkiriş ile bir röportaj yapma fikri aklıma geldi. Onun sorularıma vereceği yanıtlar, belki de pek çoğunuz için yeni ufuklar açacak, yazarlık konusuna bakışınızı değiştirecekti. Kendisine bu isteğimi ilettiğimde her zamanki olumlu bakışıyla, “Eğer başkaları için yararı olacaksa neden olmasın” dedi.
Sizlere bu röportajı büyük bir zevkle sunmak istedim. Umarım sizin de yaşamınızda ve yaşama bakışınızda bir şeyler değiştirir.
Yaratıcı yazarlık atölyesi konusunda amacınız nedir?
Bu işin birincil amacına bakacak olursak, üç maymundan yola çıkabiliriz. Bu üç maymundan bir tanesi konuşmuyor… Ya kendisi konuşmuyor, ya da birileri konuşturmuyor. Bildiklerini, duyduklarını, düşündüklerini söyleyemiyor. Diğer maymunlar ise gözlerini, kulaklarını tıkamış… Aslında tıkamamış olsa ne fark eder? O maymunun konuşması lazım ki onlar da duyabilsin. Bizim burada yaptığımız şey aslında sadece işe edebiyat tarafıyla bakmak değil, çok daha önemlisi, insanlara özgürlüklerini kazandırabilmek… Kendilerini ifade etme olanağı sağlayabilmek… Duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaşabilme olanağı verebilmek… Dahası bunlardan yararlanarak insanlara önerilerde bulunabilme yollarını göstermek… Türkiye’de, Londra'da olduğu gibi bir Hyde Park yok ki.
Bu parkı merak ettim, biraz anlatır mısınız?
Londra’da şehrin orta yerinde koskoca bir park… İnsanlar orada yürüyüş yapıyor, kahvaltı ediyor, hatta bikinisiyle rahatça güneşleniyor… Parkın bir yanında özel bir bölüm var; orta yerde bir kürsü, başında toplanmış insanlar… Herkes sırayla kürsüye çıkıyor, söylemek istediği şeyleri söylüyor. Üstelik hiçbir sınır, hiçbir sansür yok… Orada söylediklerinden dolayı, herhangi bir yargılanma durumu yok… Özgürce istediği her şeyi anlatabiliyor… Bunun yanı sıra orada toplanan insanlarda aynı derecede özgür. Diledikleri konuşmacıyı dinliyor, beğenmediğini dinlemiyorlar. Yani orada, her şeyi konuşmanın özgür olduğu bir park var, içinde konuşmaya hazır halka sunulmuş bir kürsüyle birlikte…
Ülkemizde böyle bir park yok. Kimse sizi kolunuzdan çeke çeke televizyon ekranına çıkarıp da görüşlerinizi anlatın demiyor. Sokaklardan, meydanlardan geçerken mikrofon uzatıp fikirlerinizi açıklamanızı, insanlara mesaj vermenizi sağlayan da yok… Peki, bu durumda ağzı bağlı bekleyen o maymundan ne farkınız kalıyor?
Biz, atölye programına roman yazma hedefini koyarak insanların kendilerini ifade etmesine olanak sağlıyoruz. Konuşmalarının, yazmalarının, fikirlerini açık açık aktarabilmelerinin yollarını gösteriyoruz. Hatta bunu biraz da edebiyat unsurlarıyla süsleyerek daha ilgi çekici, daha keyifli bir şekilde anlatabilmelerini öğretiyoruz.
İnsanlar kaç yaşında olurlarsa olsunlar, bağlı oldukları tüm zincirlerden kurtarılmalı, kendilerini ifade etme özgürlüklerine kavuşturulmalıdır.
Herkesin yaşadığı, deneyimlediği iyi kötü olaylar, çektiği zorluklar var. Tabi ki bunun yanı sıra herkesin yaşadığı keyifli dönemler de var… Hatta hayattan aldıkları dersler var bol bol… Sonuç olarak, herkesin anlatması gereken o kadar çok şeyi var ki… Bütün bunları derleyip, toparlayıp başkalarına aktarabilmenin bir yolunun bulunması gerekiyor. Bu yol ille de kürsüye çıkıp nutuk atmak şeklinde değilse eğer, kitap yazmak, anı yazmak, hikâye yazmak neden olmasın? Üstelik de çok daha geniş kitlelere hitap ederek düşüncelerinizi iletebilmek aslında ne kadar büyük bir kazanım, düşünsenize.
Bu atölyeyi hayata geçirmekteki amaçlarımızın başında insanlara kendilerini anlatabilme olanağı sağlamak geliyordu. İnsanlar kaç yaşında olurlarsa olsunlar, bağlı oldukları tüm zincirlerden kurtarılmalı, kendilerini ifade etme özgürlüklerine kavuşturulmalıdır diye düşünüyorduk, bunu başarmaya çalışıyoruz.
Atölyede nasıl bir yazı hedefleniyor?
Burada roman yazarak başlıyoruz işe. Roman yazma aşaması aslında bir başlangıç değil, sonucun ta kendisi. Çünkü roman, edebiyat eserlerinin doruk noktasıdır. Roman yazmayı öğrenmek demek, kalan tüm diğer edebiyat türlerini de öğrenmek anlamına geliyor. Romanın bir başka özelliği de içinde neredeyse gerçek yaşamı barındırıyor olması. Atölyelerde katılımcıların gerçek yaşamı anlatmalarını sağlıyoruz. Atölyede yapılan çalışmalarda ve hatta katılımcıların daha sonra yazacağı tüm yazılarda olmazsa olmaz özellikler var. Bu değerlerden en vazgeçilmez olanı yazılan yazının hedefi.
Nedir bu hedef?
İnsanların deneyimlerini yazıya dökmelerine ve bu yazıları da çok sayıda insanın okumasına olanak sağlarken, bu işi bilinçli bir şekilde yapmaları gerektiğini de anlatıyoruz. Kötü anılar, yaşanmış felaketler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, kötü davranışlar okuyucuya sorumsuzca aktarılırsa okuyucuyu karanlıklar içinde boğmakla yetinmiş oluruz. Yazılan yazı ve eğer bu sanatsa, yapılan sanat, tam anlamıyla arabesk bir sanat olacaktır. Böyle bir şeyin sonucu dertlerinin daha da artmasıyla, okuyucunun yazının doğurduğu karanlık içinde boğulmasına neden olacaktır.
Oysa yazı, yaşanan sıkıntılı dönemleri ve çekilen acıları anlatırken aynı zamanda bir önermede de bulunmalıdır. Yazar bu önermeyi doğrudan yapabilir, ya da okuyucuların çıkarmasını sağlayabilir. İşte yazı, o zaman bizim istediğimiz yazı haline gelir. Türü ne olursa olsun her hangi bir edebiyat eserini okumakla hangi sıkıntıların yaşandığını öğrenmenin yanı sıra, okuyucu bu sıkıntıların içinden nasıl çıkılacağını da görebilmelidir. Bu örnekteki gibi yazacağımız her yazı, okuyucunun karanlıklarını aydınlatmalı, umutsuz kaldığı noktalara umut getirmelidir, çözümsüz olduğunda çözüm bulmanın yolunu göstermelidir. Bir yazı edebi açıdan ne kadar güzel olursa olsun, görevi okuyucuya hoş vakit geçirtmekten öte bir şey olmalıdır.
Size göre iyi bir yazar nasıl olmalıdır, yazının başarı kıstası nedir?
Kapitalist toplumlarda ölçü sayılarla bildirilir. Biz, onu bile tam becerememiş bir ülkede olsak da, onlar gibi yapalım, başarı birimini biz de sayılarla ifade edelim… Ama neyi sayacağımızı dikkate alarak… Maalesef sanatın tüm dallarında, filmin gişe hasılatı, resmin satış bedeli, kitabın toplam tirajı başarı unsuru olarak ele alınır. Bir roman kaç yüz bin adet satılmışsa o kadar başarılı kabul edilir ki aslında buradaki başarı yalnızca ticari başarıdır…
Ancak… Bana göre gerçek başarı, o romanın ya da o filmin kaç kişinin hayatına dokunduğu ile ölçülür. Kaç kişinin kendini fark ettiği, kaç kişinin kendinin de değerli olduğunu anladığı, kaç kişinin daha güzel bir dünya olabileceğini kavradığı benim inandığım başarı ölçüleridir. Bir hikâyeyi okuduktan sonra, kaç okuyucu bundan etkilenip daha adaletli, daha huzurlu, daha insan gibi bir yaşamı savunursa, o hikâye o kadar daha başarılıdır. Kısaca, yüz okuyucunun hayatını ve dünyaya bakışını değiştiren bir kitap, yüz binlerce okuyucunun hoş vakit geçirmesini sağlayan kitaptan çok daha başarılıdır.
Bunu bir kadın ve makyaj malzemesi olarak düşünürsek, asıl olan kadındır. Makyaj malzemeleriyse onu daha güzel gösteren yan unsurlardır. Yani insanı insan olarak yükseltmeyen bir kitap, edebiyat yanıyla ne kadar iyi de olsa, edebi başarısı tek başına bir anlam ifade etmez.
Atölyeye başvuruda bulunan kişilerdene tür özellikler aranıyor?
Atölyeye başvuranlarda aradığımız temel özellik, yazmak istemeleri. Eğer yazmak istiyor ise, sıfırdan başlayarak tüm teknikleri öğrenebilir ve yazabilir. Tabi, yazmak isteme dışında yazarda olması gereken bir başka özellik daha var. Yazar adayını otobüse bindirin, İstanbul’dan Ankara’ya kadar gitmesini ve dönmesini isteyin. Sonra da ondan bu yolcuğu yazmasını isteyin. Eğer yazar adayı otobüse bindiği andan itibaren uyumaya başlar veya perdeyi kapatırsa, otobüsle birlikte gidip dönmüş olacak ama size yazacak hiçbir şey bulamayacaktır. Hayat da böyledir, bir yazarın asla gözleri kapalı olmamalıdır. Geldiği, geçtiği her yeri ayrıntılarıyla görebilmeli, havasını koklayabilmeli, hissedebilmelidir. İnsanların içinde ve onların bir parçası olarak yaşayabilmelidir. O insanların duygularını, düşüncelerini, acılarını, sevinçlerini içinde duymalıdır… Bunu kısaca iyi gözlemci olmalıdır diye özetleyebiliriz.
Yazar adaylarına ne tür tavsiyeleriniz var?
Biz atölye çalışmalarımızda yazı yazmayı sık sık mutfakla örnekliyoruz. Bu sorunun yanıtı da aynı aslında… Bir yazar adayı, iyi bir yemek yapmak istiyorsa, bu yemeği oluşturacak malzemeleri olabildiğince tarlasından, üreticisinden, yerinden toplamalı ve onların özüne bağlı kalarak mutfağına taşımalıdır. İyi yemek iyi malzemeyle yapılır. Yazar adayı çevresinde olup biten her şeyden haberdar olmalı, insana dair her şeye ilgi duymalıdır. Çok okumalı bölümünü herkes herkese öneriyor, bunu burada tekrar etmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Bir hikâyeyi okuduktan sonra, kaç okuyucu bundan etkilenip daha adaletli, daha huzurlu, daha insan gibi bir yaşamı savunursa, o hikâye o kadar daha başarılıdır.
Birçok yazarlık atölyesi var,sizin onlardan farkınız ne?
En büyük farkımız bakış açımızda. Bu bizim için bir ticari faaliyet değil. Bizim yaptığımız, aramıza katılan insanların önce kendi yaşamlarına ve daha da sonra çevrelerindeki insanların yaşamlarına değer katmalarını sağlamak… İnsanları sanatla buluşturmak ve sanatın yaşamlarını yüceltmesine olanak hazırlamak… Bu nedenle çalışmalarımızı dört duvar arasındaki klasik okul – sınıf mantığıyla değil, çok çeşitli ve çok sesli bir sanat ortamının içinde gerçekleştiriyoruz. Yazı yazanların yanında resim yapanlar, onların yanında müzik çalışanlar, yoga ya da nefes uygulayanları aynı anda ve bir arada görüp izleyebiliyorsunuz. Sanatın pek çok dalı ele alınarak bir bütünlük kazanılıyor; yazı atölyesi, resim atölyesi, müzik atölyesi gibi kavramlar yerini aslında gerçek anlamda bir yaşam atölyesine bırakıyor. Bertolt Brecth’in dediği gibi, “Tüm sanatlar, sanatların en yücesi olan yaşama sanatına hizmet eder.”
Geldiğim noktada ne kurgu, ne planlama, hiç bir şeyde zorlanmıyorum artık. Can Akkiriş Hocama, bize karşı gösterdiği özveri, sevgi ve elbette bitmek tükenmek bilmeyen sabrı için çok çok teşekkür etmek istiyorum.
Sezen Eren
http://gezite.org/kendini-anlatmak-icin-yazmak-can-akkiris-roportaji/
Can Akkiriş ile Adım Adım Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri
Bana göre yazmak çok zordu. Kafamda bu düşüncelerle, yaratıcı yazarlık atölyesine başladım. Bu zorluk, öyle planlarla, öyle hikayelerle mucizeye dönüştü ki... Can Beyin sonsuz sabrı, öğretme isteği, sonucu...
Öğrenmenin her aşaması müthiş bir duyguya dönüştü. Ben bunda öğreticinin, yani Can Beyin payının ne kadar yüksek olduğunu düşünüyorum... Eğer yaratıcılık yazarlık atölyesine gelmeseydim kafamdaki yazabilmenin zor, hatta olanaksız olduğunu zannederek yaşayacaktım.
Çok teşekkür ederim Can Bey... Öğrenmek isteyince hiç bir zorluğun engel olamayacağını gösterdiğiniz için, çok teşekkür ederim...
“Karakter yaratmak” aslında yeni doğacak bir çocuğa nefes alma ortamı vermek gibi bir şey. Çocuğun dünyaya gelmesi için önce döllenme gerekiyor. Oluşum aşamasında bu döllenme gerçekleşiyor. Sonra doğuma hazırlık evresi gibi bir süre geçiyor. Artık erken doğum mu olur, normal doğum mu, bu noktada karar bize kalıyor. Bir de ne çıkacak karşımıza? Nasıl bir şey olsun? Kaşı, gözü, yüreği, hırsları, yetenekleri, yaşayacakları, yaşadıkları ne olsun? Her şeyi hayal etmek, gerçekleştirmek gerekiyor. Karakter doğduktan sonra onu canlandırıyoruz, nefes aldırıyoruz, büyütüyoruz, gerekirse koruyoruz, gerekirse hayatın acımasızlığı ile yüzleştiriyoruz ve birlikte büyüyoruz. Aslında o yaşayan bir birey artık ve bizim hayal gücümüzle yarattığımız dünyada ve çevrede biz nereye yönlendirirsek oraya gidiyor. Belki de bir noktadan sonra biz onunla yürümeye başlıyoruz. Birken iki, ikiyken üç, beş, on derken yarattığımız dünyada, oluşturduğumuz senaryoda çoğalıyor karakterlerimiz. Biz de bir şekilde onlarla bütünleşiyor, onlarla gülüyor, onlarla ağlıyor, onlarla konuşuyoruz, onlarla heyecanlanıyor, onlarla birlikte savaşıyoruz. Belki de yeni bir dünya yaratmak gibi bir şey bu... Yeni bir dünyada, kendi idealimize uygun bir yaşam yaratmak için karakterlerimizi iyiyle, kötüyle, hayalle, gerçekle, kurguyla harmanlıyoruz ve sonunu istediğimiz gibi bitirmek için birlikte yürüyoruz.
Atölye eğitimlerimiz sırasında bir aile gibi olduk ve zaman geçtikçe hocalarımız bizi daha iyi tanımaya başladı. Her ne kadar grup olarak çalışıyor olsak da, hepimizin yapmak istediği iş ve bu atölyeden elde etmek istediği sonuç farklıydı.
Eğitim aşamalarımızı tamamladıkça hocalarımızla birlikte bireysel yeteneklerimizi de keşfetmeye başladık. Aldığımız destek sayesinde hedefler koyduk kendimize.
Benim atölyeye başlarken amacım, üzerinde çalıştığım hikâyenin roman olmasıydı ki bu benim için dünyanın en uzak yolculuğu gibi görünüyordu. Şimdi ise bambaşka hikâyelerim var elimde ve bu defa kendime çok uzak bir hedef seçmedim; deneyimli bir şekilde kendi senaryolarım üzerinde çalışıyoruz.
Burada hayallerinizi keşfetmekle kalmıyor o hayallere giden bir hedef çiziyorsunuz. Eğer kendinize güveniyorsanız ve “Ben yaparım” diyorsanız, hiç kuşkunuz olmasın; yaparsınız.
Daha önce katıldığım başka bir yazarlık atölyesinde kurgu konusunda zorlanabileceğim söylenmişti bana. Buna çok üzülmüştüm, çünkü oraya eğitim almak üzere gitmiştim ve orada “zor” deyip bırakıyorlardı. Kurgu nedir, ne değildir, nasıl yapılır, bunların öğretilmesini beklememe rağmen bir umutla çaldığım o kapıdan koca bir hayal kırıklığı yaşayarak çıktım. Benim için hiç bir anlam ifade etmeyen bir de sertifika verdiler. Yeniden yazarlık atölyesi arayışına başladığımda gördüm. Atölyeye katılmaya başladıktan sonra yazmayı öğrenmenin doğru adresini bulduğumdan emin hale geldim.
Daha içeriye ilk adımımı attığım andan itibaren, sıcak ve içten gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmayan sevgili hocam Can Akkiriş’le tanıştım ve kendimi edebiyatın büyülü dünyası içerisinde buldum. Atölyede ulaştığım noktaya kendim bile şaşırıyorum. Ne kurgu, ne planlama, hiç bir şeyde zorlanmıyorum. Yazmak benim için artık tutkuya dönüştü. Can Akkiriş Hoca’ma bize karşı gösterdiği özveri, sevgi ve elbette bitmek tükenmek bilmeyen sabrı için çok çok teşekkür etmek istiyorum...
Son olarak çok önemli bir konuya daha değinmek istiyorum. Yazma sanatını öğrenmek isteyenler, böyle ticari kaygı yaşamayan kurslara gitmeli. Çünkü edebiyat öyle bir şey ki, paranın egemen olduğu yerde, yazılan her şey anlamsız ve amaçsız oluyor.
Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.